15 Nisan 2014 Salı

Acının Coğrafyası

Acının Coğrafyası

kente kapandık kaldık tutanaklarla belli
sirk izlenimlerinden seçmen kütüklerinden
yüzlerimiz temmuzdan ötürü sallanır ve uzar
ve her köşe bir tuzaktır
birer darağacıdır her meydan saati
öğle vaktini kesinlikle gösteren
oysa hep güçlü dağları görmenin zamanıdır

çığlığım uzun uzun kalır içimde
yani güller giyinmiş bir adam nerde ben nerde
rüzgâr bir dirimi dört yöne bölerken tepelerde
ve gece duruşmasından yeni çıkmışken
sabahın terazisi eksik tartar gölgemi

artık öyle açık ki kuşkuya yer yok
kim gelirse gelsin acıya hep yer vardır
tutanaklarda duvar diplerinde ve bazı yerlerde
örneğin çukurova ve mekong köylerinde
acıdır ağacın gölgesini yapan
bunu herkes bilir

kutsal acı besleyen acı sütünü emiyoruz
yatıyoruz seninle terli döşeklerde
saati seninle kuruyoruz bir çalar saati
sen donatıyorsun kalbimizi
kalbimiz çoğu zaman yeterli ve ürkek
kendi çoğunluğunu kendi üreterek

kente kapandık kaldık iki cadde iki alan bir saat
mutsuzluk acıya varana kadar
artık yeminimiz bir tatar gölgesi gibi
öyle bir gölge ki belki çok dardır
kısa vakitlerinde aceleci akşamın

artık öyle açık ki kuşkuya yer yok
acıya hep yer vardır aramızda
dört cepli yeleğim aynı kolaylıkla taşır her şeyi
bozuk paraları da umutsuzluğu da
aynı kolaylıkla tutmuş gibi olurum
güneşin yedi renk ayasını

biliyor musun güçlü dağları görmenin zamanıdır
şimdi bir bağırsan çok iyi biliyorum
ya da üst üste silah atsan
kent tepinir belki bütün kuşlar uçar
belki değil mutlaka
ama
bir tanesi mutlaka kalır.

Acıyor

Acıyor 

Mutsuzluktan söz etmek istiyorum 
Dikey ve yatay mutsuzluktan 
Mükemmel mutsuzluğundan insansoyunun 
sevgim acıyor 

Biz giz dolu bir şey yaşadık 
onlar da orada yaşadılar 
Bir dağın çarpıklığını 
bir sevinç sanarak 

En başta mutsuzluk elbet 
Kasaba meyhanesi gibi 
Kahkahası gün ışığına vurup da 
ötede beride yansımayan 
Yani birinin solgun bir gülden kaptığı frengi 
Öbürünün bir kadından aldığı verem 
Bütün işhanlarının tarihçesi 
Bütün söz vermelerin tarihçesi 
sevgim acıyor 

Yazık sevgime diyor birisi 
Güzel gözlü bir çocuğun bile 
O kadar korunmuş bir yazı yoktu 
Ne denmelidir bilemiyorum 
sevgim acıyor 
Gemiler gene gelip gidiyor 
Dağlar kararıp aydınlanacaklar 
Ve o kadar 

Tavrım bir şeyi bulup coşmaktır 
Sonbahar geldi hüzün 
Kış geldi kara hüzün 
Ey en akıllı kişisi gündüzün 
sevgim acıyor 
Kimi sevsem 
Kim beni sevse 

Eylül toparlandı gitti işte 
Ekim falan da gider bu gidişle 
Tarihe gömülen koca koca atlar 
Tarihe gömülür o kadar 

Edirnekapı üstüne Şiir

Edirnekapı üstüne Şiir

İstanbul dediler mi benim aklıma,
Vaiz sokağı gelir hemen.
Edirnekapı gelir, evimiz gelir
Köşebaşında duran bir güzel kız gelir.
Biletçi zili çeker, tramvay durur
Bir manav, bir meyhane, iki akasya
Kumrular geçer kilisenin çan kulesinden
Beyaz bulutlar geçer...
Burası Hasan Efendinin kahvesi Edirnekapıda,
Bu taşçı Kemal, çocukluk arkadaşım.
Bulutu Haliçten, rüzgarı Boğaz’dan
Bir baygın gün içindeyiz, yazdan.
“Dört cıhar, sebayidü, pencüse
Akşam olur, güneş batar nerdeyse.”
Pırıl pırıl aşk içinde Mihrimah Sultan Camii
Eyüpten vapur düdüğü,
Yenikapıdan tren sesi.
Kalkarız ağır ağır kahveden
Ben, Kemal, Kemalin eniştesi...
Vaiz sokağına gelir eve varırım
Kapıya iki üç defa vururum
Karım kapıyı açar, çocuklar koşuşur
Ekmeğimiz var, yemeğimiz var
Yemeğe iştahımız var.
Oturur yemek yeriz cümbür cemaat
Alnımızın terinden, elimizin emeğinden
Etrafa yayılınca makarnanın buğusu,
Bize ne elalemin on türlü yemeğinden...
Alır karımı gezmeğe götürürüm
Bir dolmuşa bineriz Edirnekapıdan.
Sultanahmette atkestanelerinin en güzeli
Elli kuruş verir, cambaza gireriz.
İstanbul bizim memleket, yaşımız yirmibeş
Basmayı da, ipeği de aşkla giyeriz.
Yenicami önünden güvercinler uçan
Mavnalar, takalar, koca koca gemiler,
Köprüden günde kimbilir kaç insan geçer
Denizde balıklar güzel, havada kuşlar
Bir gülüşü karımın, sevdamı yeniler.
Denizlerin kumuyum, balıkların puluyum
Adım Turgut, kendim İstanbulluyum
Ben Allahın bir sevdalı kuluyum
Üsküdara geçerken bir yağmur almadı ama
Bir güzel yaz günü Kadıköy vapurunda
Japone kollu bir kız aklımı aldı.
Bakıştık, gülüştük, hoşlandık
Derken o yoluna gitti, ben evime...
Bizim ev iki oda, bir sofa
Evsahibi ayda yetmiş lira alır.
Kapıda atnalından, sarmısaktan bir nazarlık
Önümüzde kaleler, arkası mezarlık.
Gün olur çoluk çocuğunla bir bakarsınız
Güzelim vaiz sokağında benim de
Ferah, aydınlık bir evim olur.
Bir büyük radyo da alır, yerleşirim
Geçerim pencereye akşamüstleri.
Boy boy sardunyalar, fesleğenler,
Boy boy bulutlar karşımda.
Saçağımızda bir kırlangıç yuva yapmış.
Ahmet efendi geçer, selam veririm
Bakkal İbrahim selam verir, alırım.
Fesleğenler kokar, sardunyalar kızarır
İstanbul sereserpe önümde geceye karşı
Gemilerden, fabrikalardan düdükler
Şimdi bir tren kalkar Sirkeciden bilirim.
Alacakaranlıkta kıpır kıpır gölgeler
Sesler gelir yakın sinema bahçesinden
Bir hoş olurum.

Gecenin Şarkısı

Gecenin Şarkısı

gecenin şarkısı markısı kimindir
hangi şarkısı üstelik
gecenin şarkısı senin olsun ben istemem
üstelik o şarkı herkesindir
çünkü bulutlar konuşur
kuşlar uyur
ses uyanır
şimdi kimindir gecenin şarkısı

kimi hüzzamdan bir şarkı besteler uykusunda
otlar büyür
ocaklara girilir madenlerde
ne düşler görür insan kimbilir

gece onundur

Hiçsizliğe

Hiçsizliğe

anrı sen ne kadar güzelsin
bir hiç olarak
ormansın belki bilmiyorum
belki ormanda bir ağaçsın şuncacık
bir pazartesi günüsün
insanları dupduru edemeyen
bütün karayollarında ve demiryollarında
gider gelirim bütün dünyada
ama biliyorum Kırşehir'de mezarsın
bir kilisesin Kapadokya'da
sözgelimi yumurtada zarsın
ustasın sabahları yapmada
en katı yoklukları koyarak insanın içine
akşamüstlerinde biraz gaddarsın
sular ve zamanlar kararırken

ne yapalım
bari bağışlayalım birbirimizi.

Uzak Kaderler İçin

Uzak Kaderler İçin

Birgün, bir yağmurla garip garip
-Çoluğu çocuğu terk edeceğim.-
Bir sevgiyle doymayacak kalbim, anladım
Alıp başımı gideceğim.

Asır yirminci asırdır, amenna
Bir yanımda sevgilerim, bir yanımda sancım
Neon lambaları büsbütün karartır gecemizi
Uzaklar daha uzaklaşır
Bir define çıkarır gibi kayalardan, Ademden beri
Sımsıcak sevgilere muhtacım.

Bir gün alıp başımı gideceğim
-Yıldızlar ışısın, yollar üşüsün, yollar...-
Belimi bir ılık şal sarsın, mavi
Hüzünlü bir serencamın ardından, şarkısız
Rüyalarım unutulmuş bir handa pes desin
Görmüş geçirmiş bir çift duygulu dudak karşısında.

Kendi kendine çekilmez oluyor ömrüm
Her insanın ayrı ayrı yaşayabilsem kaderinde
Diyarı gurbette kanlı bir aşk
Bahtsız bir çocukluk uzak köylerin birinde
En uzak beyazlar,
En yakın ikindilerde, duygulu
Ve bir sahil meyhanesinde bir akşam
İçip içip ağlasam...

Nasıl kısa kesmeli bilmiyorum?
Herkesin derdinden pay isterken.
Uzak kaderlerin suları çağlar simdi
Yıldızlar dökülür sonsuza içimizden.

Birgün, bir parkta otururken, biliyorum
Bir el yağmurla dokunacak omuzuma
Bir çift göz, bir davet, bir kalp
Çoluğu çocuğu terk edeceğim.
Yapraklar dökülecek, çiçekler solacak

Bir sonbahar, bir sabah ve bir yağmur olacak
Toprak ve insan kokularıyla,
Uğultulu bir sarhoşluk içinde, yıllar için
Başımı alıp gideceğim.

Türkiyem

Türkiyem

Seni boydan boya sevmişim,
Ta Kars'a kadar Edirne'den.
Topragini, taşini, daglarini
Firsat buldukça övmüşüm.

Sen vatanimsin, ekmegimsin
Duydugum, bildigim zafersin yillarca..
Zonguldak'ta 63 numara
Nazli sahiller Akdeniz'de.
Sevdasin cigerlerimde parça parça
Yari kalmiş dilegimsin...

Sen Koçhisar'da tuzum,
Sille'de kizim...
Çift kulakli Sürmene biçagi belimde.
Varmişim çig köfte yemeye Adana'ya
Dadaloglu'ndan bir koçaklama dilimde:
- Şu yalan dünyaya geldim geleli..
Hey vatanim, bacim, sagdicim, emmim
Senden bir yara her yerimde.
Desteye güreşmişim Kirkpinar'da.
Durmuş da yorgunluk çikarmişim,
Bir akşam vakti
Dört bardak kirtlama çayla Erzurum'da..

Ardahan'a varmişim yollar uzamiş
Bel vermiş, yol vermemiş daglar.
- Yüce Tanri dört yanini bezemiş,
Beni yakan bir Konyali kizimiş..

Seni boydan boya sevmişim
Ta Edirne'ye kadar Kars'tan.
Taşini, topragini, yigidini,
Firsat buldukça övmüşüm...

Kankentleri

Kankentleri

Kan akıyor penceresi karanlık evlerden
Ölü kadınların üstüne tuğlaların üstüne
Denizse aydınlık ve incili mavili taşrada
Kana doğru ürkek en güzel yaban balıklar
Bu kandır akıttığımız sıkıntılı pazarlarda
Üst üste yergökyüzüne içki şişelerine

Kan içinde elleri ve öbür parmakları
Boşnak değil çocuklar dondurmacılarda
Mezarlı eyüplerde ve deniz kenarlarında
Sarışın kafaları ama analı babalı
Kan akıyor ahşap yapılardan sokaklara sokaklara
Mavi ülkeleri tatsız kısa pantolonlarda

Kan akıyor oluklardan öyle kan
Boyanır batmış gemiler perşembesi
Bir tesbih bir zımba bir yazı makinesi
Çektikçe böyle katil kralları

Biliyor musun?

Biliyor musun?

Biliyor musun
Aşk şiiri yazmaktan bıktım
Bir gün şöyle bir baktım
Yazdığım bütün şiirler öyle
Bir sarsılma, nedir bu
Bir otuz aşk şiiri daha
Kendimi hiç suçlamadım

Peki o zaman ben neden
Dereceler sokayım koltuğumun altına
Ateşim varsa zaten
Ey gözleri maden
Çünkü aşk bir suçlamadır



Sonuna kadar yaşanmamışsa
Bir bardak birada yeni bir deniz
Ve yağmur
Eski bir denizde yeni bir ada
Yaşanmamışsa

Sözgelimi Galata'dan Afrika'ya gidiyordum
Korsanları kralları ve bazı ülkeleri
Ve bütün madenleri
Ve kendi sonumu
İyi görmüyordum sonunda
Her türlü madeni
Elimde bir sürü kağıtla
Hazırladım kendimi

Binlerce

Binlerce

Binlerce pazartesi geçti ömrümde
Hangisiydi o çıkaramıyorum
Bir kiraz yediğimi hatırlıyorum kurtluydu
Demek oldukça eski

Bir de saçma sapan şeyler
Bir kızın diz altını örneğin
Bir adamın çirkin sigara içişini

Nasıl yaşanıyor bu vesayetli dünyada
Hangi çılgınlar nasıl dayanıyor buna


Kimsenin soyunu sopunu bulmak görevim değil
Kendi öykümü düzenlemek yetiyor bana
Güzel bir öğle vakti
Eski güzel bir aksamı hatırlayarak
Sonra dopdolu şeyler
Damacanalar gibi
İçim kabarıyor

Sonu olsun diyorum
Neyin sonu ama
Hiç değilse bu taş basamakların

Bir İntihar Akşamı

Bir İntihar Akşamı

Kısacık yoğun bir akşam
Herkesin yüzünün bir anıya karıştığı
Yoğun bir akşam
Bana bir memur gibi davrandılar hastanelerde
Ve bir intihar üstüne söylenti
Bütün kıyıları dolaştı durdu
Kısacık bir akşam

Kısacık serin bir akşam
Kelebeklerin atlarla yarıştığı
Yoğun bir akşam
Bazı mektuplar damgalandı postanelerde
Oturuldu bir takım şarkılar söylendi
Bir adam bir kadının kapısını vurdu
Kısacık bir akşam

Neyi söylesem bir kahramanlıktı
İçinde azıcık buluştuğumuz
Bir bulutla bir kağıt peçete arasında
Kısacık yoğun bir akşam
Şaşırdım hüznümü nerelere bıraksam
Bir yanda kasıklarımın sarsılmaz gücü ve
Kısacık yoğun bir akşam

Her şey bir unutkanlıktı
Arada bir deliler gibi kavuştuğumuz
Tüfekle vurulmuş bir parsın yarasında
Kısacık yoğun bir akşam
Biliyordum bir soğuktu nereye varsam
Bir yanımda bir el bir yanda vazgeçilmez bir sancı ve
Kısacık yoğun bir akşam.

Kim karıştırdı gerçekliğine
Yaşadığım sonsuzluğun
Ve oturuldu bir takım şeyler söylendi
İmla kurallarıyla mutsuzluk üstüne
Kısacık bir akşam
Duraladım ne yapsam

Kim karıştırdı gerçekliğine
Su terazilerindeki ensizliğin
Ve fotoğraflar çekildi ben çıkmadım herkes eğlendi
Araba vapurlarıyla denizsizlik üstüne
Kısacık bir akşam
O kadar kısa ki bir akşam

Yüzümü suyun ardında buldum
Kıyılar bu yüzdendir öyle dediler
Kısacık yoğun bir akşam
Serin bir akşam öyle söylediler...

Birgün Sabah Sabah

 Birgün Sabah Sabah

Bir gün sabah vakti kapıyı çalsam,
Uykudan uyandırsam seni:
Ki, daha sisler kalkmamıştır Haliç'ten.
Vapur düdükleri ötmededir.
Etraf alacakaranlık,
Köprü açıktır henüz.
Bir gün sabah sabah kapıyı çalsam...

Yolculuğum uzun sürmüş oldukça
Gece demir köprülerden geçmiştir tren.
Dağ başında beş on haneli köyler,
Telgraf direkleri yollar boyunca
Koşuşup durmuş bizle beraber.

Şarkılar söylemişim pencereden,
Uyanıp uyanıp yine dalmışım.

Biletim üçüncü mevki,
Fakirlik hali.
Lületaşından gerdanlığa gücüm yetmemiş,
Sana Sapanca'dan bir sepet elma almışım..

Ver elini Haydarpaşa demişiz,
Vapur rıhtımdadır pırıl pırıl,
Hava hafiften soğuk,
Deniz katran ve balık kokulu
Köprüden kayıkla geçmişim karşıya,
Bir nefeste çıkmışım bizim yokuşu...

Bir gün sabah sabah kapıyı vursam,
-Kim o ? dersin uykulu sesinle içerden.
Saçların dağınıktır, mahmursundur.
Kimbilir ne güzel görünürsün sevgilim,
Bir gün sabah vakti kapıyı çalsam,
Uykudan uyandırsam seni,
Ki, daha sisler kalkmamıştır Haliç'ten.
Fabrika düdükleri ötmededir.

Federico Garcia Lorca İçin

 Federico Garcia Lorca İçin

Ah işte her şey orda...
Ben severim omuzlarımı bir gün
Sırmaları, apoletleri olmasa da.

Ben severim omuzlarımı bir gün
Göçen bir maden direğinin altında

Su akar kendir tarlalarından
Ah her şeyim...Ben severim omuzlarımı bir gün
Savaşta bir başka omuzun yanı başında
Yatakta bir ince omuzun yanı başında

Yol uzun, hava sıcak
Kırbaçlarım atımı varırım Kurtuba ya...

İndiğini görürsem bir gün sığırcıkların
ve sürüler halinde,ovaya
İnsanların dünyayı bölüştüklerini hatırlarım
Bir gün daha...

Sevişirim ölürüm, savaşırım, ölürüm
Doldururum çantama kara ekmek ve peynir
Varırım Kurtuba ya...
'saat beşte akşamleyin

Ah ellerim ve kalbim
Her şey orada kaldı.
Keçeler keçeler ve portakallar
Kireç döktüler yere. Kara gözlüm, kalbim,
Halkımın fakir akşamlarıdır, biliyorum
Kanlı bir mendil diye bağlanan gözlerime
Kireç döktüler yere,
Bir duvarın dibinde
Bir deppoyun önünde
Kiraz ağaçlarına ve sığırcıklara karşı
.......

Bir halkın gösterişsiz, sessiz cömertliğinde
Ölüm nasıl söylenirse öyle
İspanyol dilinde ve her dilde...

obra
completas

Artık kat'iyen biliyoruz;
Halk adına dökülen kan
Sapı gül dalı güzelliğinde bir bıçaktır.
Dişlerin arasında...
İspanya'da
Ve her yerde...

Geyikli Gece

Geyikli Gece

Halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta
Herşey naylondandı o kadar
Ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı
Ama geyikli geceyi bulmadan önce
Hepimiz çocuklar gibi korkuyorduk.

Geyikli geceyi hep bilmelisiniz
Yeşil ve yabani uzak ormanlarda
Güneşin asfalt sonlarında batmasıyla ağırdan
Hepimizi vakitten kurtaracak

Bir yandan toprağı sürdük
Bir yandan kaybolduk
Gladyatörlerden ve dişlilerden
Ve büyük şehirlerden
Gizleyerek yahut dövüşerek
Geyikli geceyi kurtardık

Evet kimsesizdik ama umudumuz vardı
Üç ev görsek bir şehir sanıyorduk
Üç güvercin görsek Meksika geliyordu aklımıza
Caddelerde gezmekten hoşlanıyorduk akşamları
Kadınların kocalarını aramasını seviyorduk
Sonra şarap içiyorduk kırmızı yahut beyaz
Bilir bilmez geyikli gece yüzünden

'Geyikli gecenin arkası ağaç
Ayağının suya değdiği yerde bir gökyüzü
Çatal boynuzlarında soğuk ay ışığıİster istemez aşkları hatırlatır
Eskiden güzel kadınlar ve aşklar olmuş
Şimdi de var biliyorum
Bir seviniyorum düşündükçe bilseniz
Dağlarda geyikli gecelerin en güzeli...

Hiçbir şey umurumda değil diyorum
Aşktan ve umuttan başka
Bir anda üç kadeh ve üç yeni şarkı
Belleğimde tüylü tüylü geyikli gece duruyor.

Biliyorum gemiler götüremez
Neonlar teoriler ışıtamaz yanını yöresini
Örneğin manastırda oturur içerdik iki kişi
Ya da yatakta sevişirdik bir kadın bir erkek
Öpüşlerimiz gitgide ısınırdı
Koltuk altlarımız gitgide tatlı gelirdi
Geyikli gecenin karanlığında..

Aldatıldığımız önemli değildi yoksa
Herkesin unuttuğunu biz hatırlamasak
Gümüş semaverleri ve eski şeyleri
Salt yadsımak için sevmiyorduk
Kötüydük de ondan mı diyeceksiniz
Ne iyiydik ne kötüydük
Durumumuz başta ve sonda ayrı ayrıysa
Başta ve sonda ayrı olduğumuzdandı...

Ama ne varsa geyikli gecede idi
Bir bilseniz avuçlarınız terlerdi heyecandan
Bir bakıyorduk akşam oluyordu kaldırımlarda
Kesme avizelerde ve çıplak kadın omuzlarında
Büyük otellerin önünde garipsiyorduk
Çaresizliğimiz böylesine kolaydı işte
Hüznümüzü büyük şeylerden sanırsanız yanılırsınız
Örneğin üç bardak şarap içsek kurtulurduk
Yahut bir adam bıçaklasak
Yahut sokaklara tükürsek
Ama en iyisi çeker giderdik
Gider geyikli gecede uyurduk

'Geyiğin gözleri pırıl pırıl gecede
İmdat ateşleri gibi ürkek telaşlı
Sultan hançerleri gibi ay ışığında
Bir yanında üstüste üstüste kayalar
Öbür yanında ben
Ama siz zavallısınız ben de zavallıyım
Domino taşları ve soğuk ikindiler
Çiçekli elbiseleriyle yabancı kalabalık
Gölgemiz tortop ayak ucumuzda
Sevinsek de sonunu biliyoruz
Borçları kefilleri bonoları unutuyorum
İkramiyeler bensiz çekiliyor dünyada
Daha ilk oturumda suçsuz çıkıyorum
Oturup esmer bir kadını kendim için yıkıyorum
İyice kurulamıyorum saçlarını
Bir bardak şarabı kendim için içiyorum
'Halbuki geyikli gece ormanda
Keskin mavi ve hışırtılı
Geyikli geceye geçiyorum
Uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum.

Göğe Bakma Durağı

Göğe Bakma Durağı

İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından
Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
Şu aranıp duran korkak ellerimi tut
Bu evleri atla bu evleri de bunları da
Göğe bakalım

Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım
İnecek var deriz otobüs durur ineriz
Bu karanlık böyle iyi aferin tanrıya
Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum
Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun

Herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam
Herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım
Nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda
Beni bırak göğe bakalım

Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum
Bu senin eski zaman gizlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
Seni aldım bu sunturlu yere getirdim
Sayısız penceren vardı bir bir kapattım
Bana dönesin diye bir bir kapattım
Şimdi otobüs gelir biner gideriz
Dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
Bir ellerin bir ellerim yeter belliyelim yetsin
Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
Durma kendini hatırlat
Durma göğe bakalım

Islak Çeltik

Islak Çeltik

Benim bir sevincim var yüzün artık akşam
Bir çocuğun gülüşünü görüyorsun nereye baksam

Kıyımız uzak ve kuytuda ellerimiz sanki yok
Ellerimiz yok ama senin ellerini bir tutsam

Bazı çocuklar doğar bilirim bazı çocuklar doğmaz
Doğmayan çocuklar için bilmem ne yapsam


Ey Çavlan. bitmeyen temmuz güneşi. ey aslan
Silkin. sakla harmanını. çocuğunu sakla

Ey aslan. suya kaptır kendini ellerin sanki yok
Bir güzel günde mızıkalarla bir alanda dursam

Sen yoksun gazeteler yok geçmişin razı değil
Bilmem ki doğmayan çocukları ben mi doğsam

İlkin

İlkin

Bunu kimse söylemedi belki düşündü
Çünkü vardır insanın yaşamasında
Uyku ve öfke gibi vardır
Kimse söylemedi
Tuzunu çoğaltan bir denizde
Nasıl batarsa güneş öyle bende kaçırdım
Ki gözüm bütün gün
Boyu lekelerde
Kaçırdım ama şöyle de söylenebilir

Şiirin bütün geçmişinin dışında
Önceden açıklanan her şeyin dışında
Örneğin en sıcak ülkelerin yazında
En soğukların kışında
Yanarım üşürüm berbat olurum
Hiç bir şeye yaramam
Ama yine de seni severim
O zaman sen de beni sev
Evet.

Kan Uyku

Kan Uyku

Bir biz varız güzel öbürleri hep çirkin
Birde bu terli karanlık
Sonra bir şey daha var muhakkak ama adını bilmiyorum
Nereden başlasam sonunda o ışıkla karşılaşıyorum
Yarı çıplak utanmaz bir kadın resmini aydınlatıyor
Akşam oluyor ya bir türlü inanamıyorum
Oturmuş iri yapılı adamlar esrar çekiyorlar
Daha bir aydınlık olsun diye içtikleri su

Sarı toprakdan testileri güneşte pişiriyorlar

Bir korkuyorum yanlız kalmaktan bir korkuyorum
Gündüzleri delice çalışıyorum geceleri kadınlarla yatıyorum

Sonra birden büyümüş görüyorum ağaçları
Kısrakları birden yavrulamış
Havaları birden güneşli

Kadınlarla yattığım yetse ya
Birde kadınlarla yattığıma inanmam gerekiyor

Hoşlanmıyorum

Kıyıdaki Elmaya Bir Ses

 Kıyıdaki Elmaya Bir Ses

Ey canımın güftesi, eylülün ikinci haftasıydı o sıra
Bana gülümseyerek getirdiğin bir bardak suydu o sıra

Hatırla denize hiç bakmadık çünkü kıyısındaydık
Bir elma kendi kendine büyür dururdu o sıra

Bir kıyı ikindisiyle bir elma öyle kendiliğinden
Büyürler bir öfkenin ya da bir dağın yanısıra

Bir kıyının beslerliği bir elmadan ayrılmaz gibi ama
Elma soğuk bir kış akşamında bile yenir ısıra ısıra

Bir öfkeyi diriler durmadan elma, ovadan gelir
Elbet küfelerle sandıklarla hüzünlerle ardısıra

Ey geçmişten gelen konuk, sonsuz düğmelerimi tut
Yerlerini yadırgayan sonsuz iliklerin adına

Ey canımın güftesi, denize hiç bakmadık, hatırla
Tek pencereli bir odada elma yedik ısıra ısıra

Elmanın topraktan süzdüğü, gemilerin denizlerde gezdiği
Bir tatildi, bir geçiştirmeydi, yalnızlıktı bir kusura

Neydi, ne doğruydu, nerden vardık yakışmıyor konuşmak bize
Öyle barışlar okuyup yalnızlığı yaşamak kara kara

Ey canımın güftesi, ey penceresi bütün sıkıntılarımızın
Bizim babalarımız neden ölürlerdi hatırla sıra sıra

Bu söylediğim iyi bir şarkıdır elle bile hatırlanır
Yani şu, ateş ve deniz buluşurlar bir limanda arasıra

Yani şu, elma yenir ve balık durmaz kaçar
Ama yenilmezler artık buluştukları sıra

Kimsede Görmediğim

Kimsede Görmediğim

Kimsede görmediğim bir şiir
Yüzü al ve akşamı aşıyor
Eski bir tanrı gibi kendi dininde
Uzun süren bir dönemi düşlüyor olmalı
İçindeki bir içkinin sıcaklığında
Suskunluğu bir başkaldırı olmalı
Elleri ayakları sinemalara bulaşmış
Romanlara bulaşmış
Genel helalara bulaşmış

Dağları iyi bilmediğinden
Denizleri anımsamış olmalı
Gözleri o yüzden çırpıntılı

Kara başlıklı geçmiş,
Sonsuz gelecek
Şimdi burda vakit gece ya
Bir yerlerde ey gözleri maden
Gündüz olmalı
Taşın içinde bir gündüz
Demirin,, ağacın.

Kurtarmak Bütün Kaygıları

Kurtarmak Bütün Kaygıları

Sularsa akmak birgün birgün birgün
Birgün dağlara çıkmak birer birer dağlara çıkmak birgün
Çıkmak çıkmak birer birer birgün dağlara dağlara birgün
Birgün birer birer dağlara
Ah nasıl dağlara birgün
Ey birgün
Çiçek açmak birgün
Dağlara dağlara birer birer dağlara

Otları büyütmek birgün
Birgün köyler kentler yıkanık damlar geri dönmek birgün
Birgün yeni dönmek

Birgün dağlara çıkmak birer birer çıkmak çıkmak
Su yürümek güneş bilmek
Yeniden orda otlarda orda yeniden orda orda
Bitkin birgül bulmak ve geri dönenler birgün
Ey yorgun atlar, sayı bilmiyen çocuklar
Ey bütün hazır elbiseciler ey,
Birgün olmak, küskün keşişlerden olmamak birgün
Dağlara dağlara çıkmak sular köprüler sular birgün çıkmak
Eski kaba arabalardan inip birgün çıkmak
Dağlara dağlara dağlara başka hiç
Birgün dağlara.

Senfoni

Senfoni

Önce sesin gelir aklıma
Çaresiz kaldıkça hep seni düşünürüm
Güzel olan, dolgun başaklardaki sarışın sevinçli
Sonra cumartesi günleri gelir
Sonra gökyüzü gelir hemen kurtulurum
Bir yağmur yağsa da, beraber ıslansak.

Kırk kere söyledim bir daha söylerim
Savaşta ve barışta, karada ve denizde,
Düşkünlükte ve esenlikte

Zamanımız apayrı bize göre
Yanyana olduk mu elele
Aç kalsak ağlamayız biliyorum.

İçim güvercinleri okşamış gibi rahat
Sen yanımdayken ister istemez
Geniş meydanlarda akşam üstleri
Üstüste üç kere deniz, üç kere çınarlar.

Sen yanımdayken ister istemez
Uzak ırmakları hatırlıyorum.

Arasıra düşmüyor değil aklıma
Yabancı kadınların sıcaklığı
Ama Allah bilir ya, ne saklıyayım
Yanında ihtiyarlamak istiyorum...

Ses

Ses

Seni sonsuz biçimde buldum o biçimi almıştın
Sandviçlerle, kötü şehirle, terle başbaşa kalmıştın
Yürüdü üstüne herkesin neonu, herkesin babaannesi
Herkesin en eski olan kökü, en eski hanesi

Yeşili bozup suya çevirdin, akşamı sonsuz uzattın
Ne buldunsa o akşama uygun, ne buldunsa ona kattın
Sen bir atmacanın en uzun çığlığısın, her türlü gökte
Göğü büyüttün, otobüsleri aldın, şehirleri ufalttın
Seversin diye söylerim her şeyi, sana uygun olsun
Çünkü her şeyin birbirine uygununu sen bulursun
Gel ellerini ver en güzel ellerini öyle
Ruhum, ateş yüreğim, kokum birlikte öyle...

Sibernetik

Sibernetik

Üç kere üç dokuz eder
Bilirsin
Birin karesi birdir
Kare kökü de
Bilirsin
'Mutlu aşk yokturBilirsin

Ama baharda ya da dışarda
Sonsuz göğün altında
Aşkın aşkla çarpımı
Nedendir bilinmez
Garip bir biçimde
Hep sonsuzdur

Sonnet

Sonnet

Çekemezsin bir yere sineden başka.
Biliyorum günler hep böyle geçecek.
Ne akşamleyin komşu, ne bir akraba,
Ne bir dost, oturup karşılıklı içecek..

Yalnızlık sade şurda burda değil,
Düşüncede, hatırada ve dilekte.
Hangi taşı kaldırsan, nerde 'of! ' çeksen,
Bir dudağı yerde, bir dudağı gökte..

Bilmem rengi nasıldır, boyu ne kadar.
Biçen her kimse yıllardır yanlış biçiyor.
Bir elbise ki, alabildiğine dar..

Nedir bir türlü sırrını anlamadık,
Kimdir bizimle böyle şaka ediyor,
Hangi cebini karıştırsan yalnızlık..

Sulardan Ürkü

Sulardan Ürkü

Suların çoğaltığı seslerden ürküyorum
Yorgunluk veriyor ürkü¹
Alacakaranlık gibi anlamsız bir şey bir
Çoban kepeneği gibi ya da
Gelip çakılıyor aklıma
Sonra hiç bir şeye benzemiyor

Bir saat iki saat üç saat gibi şeyler oluyor
Ama
Hiç bir şeye benzemiyor
Tutturduğum türkü

Nedendir bilmem
Edip le söylediğimiz zaman
Oluyordu halbuki

Susuzluk

Susuzluk

Sen beni hazırlama sakın sen de bana gel
Ölmüş ölü olmuş hüseyne hasana gel

Elleri koku dağıtırdı nasıl bir koku
Suya gel kana gel bir yeni hasana gel

O öldü çünkü bir gülü tutmuştu bilmeden
Sen istersen her gün gel her sene gel

Gel beyazlıkları elle türlü kokuları biç
Günler karardığında davran hep sana gel

Ne yap yap hazırla kendini anladın mı
Ne yap yap meselâ ısıtıp dökündüğün sularla bile bana gel

Hatırlanmış bir gül ben de hatırlarım kolaydır
Ölmüş mü ölmemiş mi hüseyne hasana gel

Hüseyin de öldü ölür hasan da öldü ölür
Ölen ve dirilen o bitmez insana gel

Tel Cambazlarının Tel Üstündeki Durumu

Tel Cambazlarının Tel Üstündeki Durumu

Sizin alınız al inandım
Morunuz mor inandım
Tanrınız büyük amenna
Şiiriniz adamakıllı şiir
Dumanı da caba
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız
Bütün ağaçlarla uyuşmuşum
Kalabalık ha olmuş ha olmamış
Sokaklarda yitirmiş cebimde bulmuşum
Ama ağaçlar şöyleymiş
Ama sokaklar böyleymiş
Ama sizin adınız ne

Benim dengemi bozmayınız
Aşkım da değişebilir gerçeklerim de
Pırıl pırıl dalgalı bir denize karşı
Yan gelmişim diz boyu sulara
Hepinize iyi niyetle gülümsüyorum
Hiçbirinizle dövüşemem
Siz ne derseniz deyiniz
Benim bir gizli bildiğim var
Sizin alınız al inandım
Sizin morunuz mor inandım
Ben tam dünyaya göre
Ben tam kendime göre
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız.

Terziler Geldiler

Terziler Geldiler

Terziler geldiler. Kırılmış büyük şeylere benzeyen şeylerle
Daha çok koyu renklere ve daha çok ilişkilere
Bir kenti korkutan ve utandıran şeylerle.
Kumaşlar bulundu ve uyuyan kediler okşandı. Sonra
Sonsuz çalgısı sevinçsizliğin.
Çay içmeye gidenler vardı akşamüstü, parklara gidenler de
Duruma uymak kısaltıyordu günlerini artamayan eksilmeyen bir hüzünle...
Yorgun ve solgundular, kumaşları buldular, kenti doldurdular
O çelenk onbin yıllıktı, taşıyıp getirdiler
Ölülerini gömmüşlerdi, kalabalıktılar, tozlarını silkmediler
Bütün caddeler boşaldı, herkes yol verdi,

'Tanrıtanır kadınlar ve cumhuriyetçiler
Piyangocular, çiçek satın alanlar,
Balıkçılar ağlarını, paraketelerini, ırıplarını, oltalarını
Zokalarını, çevirmelerini ve kepçelerini topladılar.
Sigaralarını yere atıp söndürdüler sigara içenler.
Bir şey vardı ısınmaz kalın kumaşların altında, kesip biçtiler
Patron çıkardılar, karşılaştırdılar,
Katlanılmaz bir uykunun sonunu kesip biçtiler
Şarkılara başladılar ölmüş bir at için
Makaslarını bırakmadılar
Bekleniyorlardı.

'Ey artık ölmüş olan at! -dediler-
Ne güzeldi senin çılgınlığın, ne ulaşılırdı!
Sen açardın,
Otuzüçbin at türünün tek kaynağıydın sen!
Tüylerin karaparlaktı. Koşumların,
-Kokulu yağlarla ovulup parlatılan-
Nasıl yakışırdı sağrılarına ve göke.

Göke bir ululuk katardı sonsuz biçimin, at!
Toynaklarını liflerle ovardık
Senin karaya boyanırdı koşuşun
Uyandırırdı bütün karaları ve denizleri.
Çılgın kişnemeni duyardık sonsuzun yanıbaşından
Ne güzel gözlerin vardı Kara at!
Binlerce kişi,
-Çocuklar, kadınlar, erkekler görkemli yahut
Darmadağın giysileriyle herkes
Körler ve cüzzamlılar,
Bütün kutsal kitaplar kalabalığı,
Ermişler, kargışlılar ve günahlılar
Gebe kadınlar, vâz edenler
Ve dondurmacılar ve at cambazları ve
Tecimenler ve kıralcılar ve gemicilerle
Tanrıtanımazlar ve tefeciler ve
Yalvaçlar...-
Ormanlardan ve kıyılardan ve kıraç yerlerden gelmiş
Senin mutlu ovanı doldurup
Haykırırlardı.
Büyük sesler içinde sen, geçerdin...
Terziler geldiler. Bu güneşler odaların dışındaydı artık.
Herkes titrek ve sabırsız, titrek ve sabırsız evlerinde
Gazeteler yazmadı, dükkânlar dönemindeydik
Yüzlerce odalarda yüzlerce terziler, pencerelerini kapadılar
Parmakları uzun, kurusolgun yüzleri sararmış, eskimiş durmaktan
Yitik saat köstekleri, titrek ve sabırsız yorgun bacakları
Her şeylerine yön veren durmuşluğa olur dediler
Beğenip gülümsediler.


'Ey artık ölmüş olan at! -dediler-
Senin eyerin ne güzeldi.
Dişi keçi derisinden, ofir altınıyla süslü
Nasıl yaraşırdı belinin soylu çukurluğuna
Seninle öteleri ansırdık.
Öteler, baklanın ve pancarın duyarlığı
Kedinin varlığı erişilmez kişilik
Güneşli bir damda
İçimizden gemiler kaldırırdın,
Suyunu büyük şölenlerle tazelerdik
Bayramımızdın. Kuburlukların
Bütün kişniş ve badem doluydu.
Simdi dar dünya
Ölümün büyük hızı kesildi.
Terziler geldiler. Ateş ve kan getirmediler.
Hüzünleri kan ve ateşti ama. Uğultulu bir şey
Ekspresler garlarda kaldı, ilâçlar çıldırdılar
Kenti bir bastan bir basa dolaştım, tıs yok
Bütün odalara dağıldılar. Sürahiler tozlu, pabuçlar kurumuş
Yerlerde kırpıntılar,

'Oyulmuş yakalar, kolevlerinden arta kalanlar
Vatka pamukları, verevine şeritler, kopçalar,
Düğmeler, ilikler
İplik döküntüleri, kumaş parçaları,
Karanlık akşamüstleri ve sabahlar,
Dükkân tabelâları, kartvizitler...
Kasıklarına kadar çıkmış, en ufak bir ölüm bile yok.
Tarafsız bir aşk çağlıyordu onların solgunluğunda
Mutfaklarını kilitlediler, büyük atsı giysiler kestiler,

'Ey artık ölmüş olan at! -dediler-
Koşuşun büyütürdü dünyayı senin!
Sen nasıl da koşardın.
Biz güneyde yatardık, sen koşardın
Hangi at güzelse ondan da güzeldin
Kuyruğun parlak savruluşuyla bölerdi
Bir karaya göğü
Ve yüceltirdi, ince bezekli kuskununu.
Gemin güzel sesler çıkarırdı güzel
Ağzında,
Herkesi sevinçle haykırtan.
Başın yaraşırdı düşüncemize ve
Gözlerine saygıyla bakardık...
Terziler geldiler. Durgunluktu o dökük saçık giyindikleri
Yarım kalmışlardı. Tamamlanmadılar. Toplu odalarını sevdiler.
Ölümü hüzünle geçmişlerdi, ateşe tapardılar.
Kent eşiklerindeydi, ağlayışını duydular
Kestiler, biçtiler, dikmediler ve gitmediler,
İğnelerine iplik geçirip beklediler;

'Ey artık ölmüş olan at! -dediler-
En güzeli oydu iste, yüzünün
Savaşla ilişkisi.
Boydanboya bir karşıkoyma, denge
Ve istekli bir azalma. Onu bilirdik.
O ağaç senin kanınla beslenirdi,
Hepimizi besleyen.
Bir ülkeyi yeniden yaratırdı şaşkınlığımız
Senin karşında,
Alışverişin, alfabenin, iplik döküntülerinin ve
Her şeyi düzeltmeye kalkışmanın yok ettiği...'

Tutki Ki Ben

Tutki Ki Ben

Tut ki sen bir şiiri çok iyi yazsan
Ya da çok iyi bir şiir yazsan
Bir saatin aralıksız işleyişi
Bir çocuğun bir sokak kedisini sevişi
Bilmem ki sanki güzel bir akşam gibi
Onun için her akşamı iyi yaşamalıyım
Yani kıskanılan onu
Demek istediğim hepsi

Uzak Kaderler

Uzak Kaderler

Birgün, bir yağmurla garip garip
-Çoluğu çocuğu terk edeceğim.-
Bir sevgiyle doymayacak kalbim,anladım
Alıp başımı gideceğim.

Asır yirminci asırdır,amenna
Bir yanımda sevgilerim, bir yanımda sancım
Neon lambaları büsbütün karartır gecemizi
Uzaklar daha uzaklaşır
Bir define çıkarır gibi kayalardan, Ademden beri
Sımsıcak sevgilere muhtacım.

Bir gün alıp başımı gideceğim
-Yıldızlar ışısın, yollar üşüsün, yollar...-
Belimi bir ılık şal sarsın, mavi
Hüzünlü bir serencamın ardından, şarkısız
Rüyalarım unutulmuş bir handa pes desin
Görmüş geçirmiş bir çift duygulu dudak karşısında.

Kendi kendine çekilmez oluyor ömrüm
Her insanın ayrı ayrı yaşayabilsem kaderinde
Diyarı gurbette kanlı bir aşk
Bahtsız bir çocukluk uzak köylerin birinde
En uzak beyazlar,
En yakın ikindilerde, duygulu
Ve bir sahil meyhanesinde bir akşam
İçip içip ağlasam...

Nasıl kısa kesmeli bilmiyorum?
Herkesin derdinden pay isterken.
Uzak kaderlerin suları çağlar şimdi

Yıldızlar dökülür sonsuza içimizden.

Birgün, bir parkta otururken, biliyorum
Bir el yağmurla dokunacak omuzuma
Bir çift göz,bir davet, bir kalp
Çoluğu çocuğu terk edeceğim.
Yapraklar dökülecek, çiçekler solacak

Bir sonbahar, bir sabah ve bir yağmur olacak
Toprak ve insan kokularıyla,
Uğultulu bir sarhoşluk içinde, yıllar için
Başımı alıp gideceğim.

Yılgın

Yılgın

Bir sargın umut yakaladım onu kuşandım
Serin mavi bir gökyüzü buldum onu kuşandım
Denize doğru sokaklar gördüm onları da kuşandım
Üstlerine üstlük seni kuşandım
Tedirgindim namussuzdum deli deliydim
Uslandım.

Üç dilim kavun kestim birini ben yedim
Kavundan üç dilim kestim birini yedim.
Birini sana ayırdım kadın al birini sen ye

Sabah olsun sabah olsun ilk işim bu
Öbürünü götürüp civcivlere vereceğim.

Senin bir yönün var orada durur yaşarım
Bir de acun var ben içindeyim
Ben içindeyim tüm itlikler sahanda yumurtalar onun içinde

Orospular içinde Hurşit Bey içinde sen içindesin
Üç dilim kavun kestim birini sen ye
Kabuğunu at Hurşit Bey'i at itlikleri at

Durup durup sana sesleniyorum.

Çokluk Senindir

Çokluk Senindir

Özenle soyduğum şu elma söyle şimdi kimindir
Özenle ne yapıyorsam bilirsin artık senindir

Suya giden bir adam mesela omzunu eğri tutsa
Güneş, su ve adamın omzundaki eğrilik senindir

Ayağa kalkarsın, adına uygunsun ve haklısın
Kararan dünya bildiğin gibi sık sık senindir

Kararan dünya yeni bir güle bir ateş parçasıdır
Bir ateş parçasından arta kalan soylu karanlık senindir

Bir deneyli geçmişi aldın geldin yeniyi güzel boyadın

Ben bilirim sen de bil ilk aydınlık senindir

Benim sevdiğim su senin suyunun öz kardeşidir
Senin suyunun bıraktığı güçler artık senindir

Çünkü bir silah gibi tutarsın tuttuğun her şeyi
Her yeri bir uyarma diye tutan ıslık senindir

Senindir ey sonsuzveren ne varsa hayat gibi
Tutma soluğunu, genişle, öz ve kabuk senindir

Ey en güzel görüntüsü çiçeklere dökülen bir çavlanın
Aşkım, sonsuzum, bu dünyada ne var ne yok senindir

Baharı Bekleyene

Baharı Bekleyene

Ben kışın güzelliğini söylerim ne gelirse dilime
Çünkü kış bir hazırlıktır soluğuma kıpkırmızı gülüme

Nice kırmızı ayaklar gelip geçti o gün katar katar
Kış günleri sözgelişi ben bir çöp bile almadım elime

Altı kız bir ay ışığı def çalıp şarkılar söylediler
Beri yanda ormanlar yanardı, ciğerpareler lime

Artık su uyur aşk uyanır mendilim kana boyanır
Bilirim bu baharda da herkes hasetlenir halime

Ve ellerim batık bir suda akar gözlerim her şeye bakar

Su uyur düşman uyumaz suların dibi güllerde


Altı kız bir oğlan def çalıp şarkılar söylediler
Baktım birinin kara bir gecesi düşüvermiş mendilime

Şimdi elimde baston silah, başımda şapka öyle
Ağzımda kurşun hızında seçtiğim her kelime

Su. hiç kimse durmazsa her şey yürür, bu aşk demektir
Her şey kullanılmazsa dirim bir ihanettir ölüme

Sakiniz elimiz filan temiz baharı filan bekleriz
Fincanı tastan oyarlar içine bade mi koyarlar

Biz silah kuşanırız bize bir şey söyleme

Çok Üşümek

Çok Üşümek

Bir Kalır uzun resimlerde anısı sakallarımızın
Urban içinde Üşüyüp Üşüyüp kaldığımızın

Bir Kalır yanık yağlar yataklarda o oteller
Meydanlar heykeller sizin olmadığınız o her yer

O çok yalınç gerçekli gelip gitmeler

Bir Kalır uzun duvarlar ve onların dipleri
Bir Kalır Yılgın Adamların hep "Evet" dedikleri

Çok üşürdük hep üşürdük üşümekti bütün yaşadığımız
Üşürdü ellerimiz aşkımız sonsuz uzun sakallarımız

Tükenir dağınık diriliği kaşıntımızın bir gün
Bir Kalır uzun kitaplarda anısı çok Üşüdüğümüzün

12 Nisan 2014 Cumartesi

Denge

Denge

Sizin alınız al inandım
Sizin morunuz mor inandım
Tanrınız büyük amenna
Şiiriniz adamakıllı şiir
Dumanı da caba

Bütün ağaçlarla uyuşmuşum
Kalabalık ha olmuş ha olmamış
Sokaklarda yitirmiş cebimde bulmuşum
Ama sokaklar şöyleymiş

Ağaçlar böyleymiş
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız

Aşkım da değişebilir gerçeklerim de
Pırıl pırıl dalgalı bir denize karşı
Yangelmişim diz boyu sulara
Hepinize iyiniyetle gülümsüyorum
Hiçbirinizle dövüşemem
Benim bir gizli bildiğim var
Sizin alınız al inandım
Morunuz mor inandım
Ben tam kendime göre
Ben tam dünyaya göre
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız

Aramızdaki

Aramızdaki

Sevgilim sevgilim
Kuzey sanrısı gibidir
Geceyi beşe filan böler
Sonra ayılar hüzünden ölmez
Sevgilim sevgilim
Açlıktan ölür onlar

İşte bundan ötürü
Hüznü artık bir ayıya bıraktım
Sevgilim sevgilim
Bir ayıya
İster ormanda kullansın
İster buzdağında

Hayatın kutlu olsun sevgilim
Ki sana değişe değişe aktım
Kimi zaman bir japon gibi uykusuz kaldım
-Uykusuz kalır mı onlar bilmem aslında-
Sevgilim sevgilim
Bir orman gibi çoğal aramızda
Şehirden bir çocuk olarak şurda burda
Bir sabuntozu markasında köpürerek
Çınarın tutsaklığını
Ve menekşenin tutsaklığını
Ve menekşenin sevincini yaşa
Sevgilim sevgilim
Hüzüne yer var hayatımızda

Denizi Anlatıyor

Denizi Anlatıyor

Adı çok duyulmuş bir ozan değildi
Tonyalı balıkçılar arasında
-Onlar ki her türlü balığı tutarlardı denizden-

Ama iyi bir ozandı
Bütün söylentilerin tersine
Denizde de olabilirdi sandalla
Uzun geçmişli denizle
Gün batımında var olan
Ve gün doğumunda da

Hızla Gelişecek Kalbimiz

Hızla Gelişecek Kalbimiz

Hızla gelişecek kalbimiz
Kalbimiz hızla.
Sürgünlerin umutsuzluğunda
Kırık kalpler, yaralılar, onulmazlar
Farksız çarpanların umutsuzluğunda
Ve köprü başlarının umutsuzluğunda
Ve köprü başlarının umudunda.
Sular bitse bile, çiçekler atılırken oralara
Temiz bir ilişkinin bulutsuzluğunda
Ve eski dağlarda, eski dağlarda kış
Kovalarken ülkesini
Hızla gelişecek kalbimiz.
Kendi öz hüznümüzün öz tarlasında
Bozkır dayanıklılığımızın tarlasında
Kalbimiz
Ellerimiz ayaklarımız arasında
Ve kimsenin bölemediği şarkıyı
Güllerin, buğdayların ve acının şarkısını
Bir haziran uygulayacak sesimize.
Sütçünün sesiyle birlikte
Erkenci işçilerin sesiyle birlikte
Şoförün sesiyle birlikte
Sabaha başlamış sarhoşların sesiyle birlikte
Yaman sarhoşların sesiyle birlikte
Ve yeni uyanışların ve yeni doğmuşların
Ve herkesin ve herkesin
Sesleriyle birlikte
Bir haziran uygulayacak
Kimse bölemeyecek ve kalbimiz
hızla gelişecek.

Yıkıntılara karışan eski bir bahar
Büyük olmaya elverişli bir bahar
Eskiden yaşanılmış ve her şeye rağmen
İnsanlara göre bir bahar
Suların kana kestiği yahut
Suların kana kestiği bir bahar.
Hızla gelişecek kalbimiz
Bir mavilik kalıbında
Bir odada, en olagel bir odada
En sade, en insanca bir odada
Bir kadınla bir erkeğin olduğu bir odada
Bir kadın bir erkeğin
Bir kadınla bir erkek olduğu
Ellerin ve omuz başlarının
Birbirini bulduğu.
Birden gerçekliğini algılayarak
Saat çalınca ve görünce güneşi
Birden vazgeçilmezliğini algılayarak
Önemli ve gerekli buluşunu kendini
Birden hatırlayarak
Geleceğe hazırlayınca olanca göğüslerini
Ve her şeye ve ölüme kalbimiz
Hızla gelişecek
Çağımıza pek uygun bir hızla
Gelişecek kalbimiz

Kalbimiz
Yerin ve göğün alt edilmez bir dirilikte olduğu
Tutkumuz, direnmemiz, ellerimiz, kalbimiz.
Kalbimiz
Kalbimiz hızla gelişecek.

Bıktım Böyle

Bıktım Böyle

Üç yıl sonra mıydı bilmiyorum
Ama ekimin onbeşiydi biliyorum
Ekimin onbeşiydi ama
Ekimin onbeşinde ne oldu bilmiyorum
Herkesin sular gibi dağıldığı ama herkesin
Bir sur önünde miydik bir yolda mı
Semtini bilmediğim bir karakolda mı
Sonra topluca bir bahçede durduk

Bıktım böyle sayrılıklardan
Ateşim çıksa neyse ne
Neyi bıraksam aklımdan bir suya karışıyor
Bir büyük savaşda Kıbrıs kıyılarında
Vurulan ve ölen bir askerin

Çelik miğferi gibi
Dipde ışıltısını görüyorum yalnız
Elimi eteğimi çekiyorum bahçeden
Sazlıklara vuruyorum belleğimi

Zalim bir ilk yazdı ama yaşadığımız
İşte bunu unutmamalı unutmamalı
Bir ölüm nefes alırken bir dudakta
Öbür bütün şeyleri nasıl anlatmalı
Miğferin paslandığını usul usul
Bir yangının söndüğünü
Ve suların pırıl pırıl kaldığını
Bir otobüs Mersin�den Mardin�e giderken
O zaman aşkınla dol kalbim
Nerden ne kadar derlediysen o kadar
Senin kendine seçtiğin alamet-i farika
Uzun bir gece görünümünde geçerli hala

Akşamüstü Rüyası

Akşamüstü Rüyası
Şimdi gemiler geçer uzaklardan
Gönlüm güvertede sereserpedir.
Işıklı geceler,saz sesleri, peynir ekmek
Ne biletim ne param ne dostum var
Pır pır eder yüreğim bakındıkça...
-Uyan Turgut um, garibim, uyan Bura Terme'dir.
Terme köprüsünden kamyonlar geçer,
Irgatlar üç orada beş burada konuşurlar
Bir gece başlar, yarı siyah, yarı kırmızı
Cigaramı yakar evime dönerim...
-Gidin gemiler, gidin
Vardığınız yerlere selam edin
Gün olur bütün kaygılardan uzak
Ben de gelirim..

Turgut Uyar

Denizi Anlatıyor
Hızla Gelişecek Kalbimiz
    Akşamüstü Rüyası
    Bıktım Böyle
    Aramızdaki
    Denge

    Sevgim acıyor

    Sevgim acıyor

    Biz giz dolu bir şey yaşadık
    Onlarda orada yaşadılar
    Bir dağın çarpıklığını
    bir sevinç sanarak

    En başta mutsuzluk elbet
    Kasaba meyhanesi gibi
    Kahkahası gün ışığına vurup da
    öteden beri yansımayan
    Yani birinin solgun bir gülden kaptığı frengi
    Öbürünün bir kadından aldığı verem
    Bütün işhanlarının tarihçesi
    sevgim acıyor

    Yazık sevgime diyor birisi
    Güzel gözlü bir çocuğun bile
    O kadar korunmuş bir yazı yoktu
    Ne denmelidir bilemiyorum
    sevgim acıyor
    Gemiler gene gelip gidiyor
    Dağlar kararıp aydınlanacaklar
    Ve o kadar

    Tavrım bir çok şeyi bulup coşmaktır
    Sonbahar geldi hüzün
    İlkbahar geldi kara hüzün
    Ey en akıllı kişisi dünyanın
    Bazen yaz ortasında gündüzün
    sevgim acıyor
    Kimi sevsem
    Kim beni sevse

    Eylül toparlandı gitti işte
    Ekim filanda gider bu gidişle
    Tarihe gömülen koca koca atlar
    Tarihe gömülür o kadar

    Turgut UYAR